Ana içeriğe atla

Şairler Sözlüğü

by  Jonathan Zawada


ZARURÎ BİR AÇIKLAMA:

‘Sözlük’,
Ece Ayhan'ın Dinar Bandosu ve Cemal Süreya'nın Şemsiye'lerinden
ilhamla oluşturulmuştur.
Binaenaleyh, yalnızca yaşayan şairler vardır!
(Vefat edenler italikleşir!)
Sözlüğün ilk oluşumunda akla gelmeyen ya da şiirleriyle sonradan tanışılan kimi şairler peyderpey EK’lenmektedir efem.
(Arz etmeden!)


***


Akın Gülten: karaşın gül

Akın Sunay: banal armoni

Akyol Sina: oturgaçlı şiirseç

Alova Erdal: bach dinleyen kuş

Arslanbenzer Hakan: düz kavşak

Aruoba Oruç: kısa bir yürüyüş

Batur Enis: sonsuz dipnot

[Baydar Sami: o şimdi melek]

Behram Nihat: pansumancı bahçıvan

Berfe Süreyya: eve dönen at

Bilsel Şeref: at binmiş kanepe

Caymaz Onur: kaç kaç kaç

Çapan Cevat: kıyıdaki sandal

Çayırlı Kahraman: küçük theo

Çelik Nevzat: herşey birdenbire

Çobanoğlu Süleyman: daldaki elma

Demir Fırat: disko topu

Duman Cihat: sekiz köşe kayısı

Durbaş Refik: düşünceli çırak

Erbaş Şükrü: aykırı köylü

Erdem Ömer: tuzlu defter

Erdoğan Şenol: evden kaçan çocuk

Ergülen Haydar: eskişehir türküsü

Evren Süreyyya: huzursuz parmaklar

Fişekçi Turgay: ya tutarsa

Gencer Alper: afrikalı şamil

Güntan Ahmet: noktalı vav

Hatemi Hüsrev: aksak bülbül

İmrahor Reşit: wilde’ın portresi

İskender küçük: kurumuş şelale

İnce Özdemir: kazı kazan

Karakoç Sezai: doğu ekspresi

Keskin Birhan: kör bıçak

Koçak Serdar: kederli radyo

Koytak Cahit: kitap okuyan ağaç

Margulies Roni: mor uçak

Murat Ahmet: duraktaki yolcu

Mungan Murathan: bıyıklı ayna

Müldür Lale: su kundağındaki bebe

Odabaşı Yılmaz: akvaryum baykuşu

Oktay Ahmet: unutkan yaz

Özmen Gonca: ödüllü ilişki

Özel İsmet: fırtınalı sözlük

Peker Hüseyin: şehrin mavisi

Pirhasan Barış: küfürbaz mızıkacı

Selçuk Jenan: ıslak ot

Serin Aslı: kadife pantolon

Sofya Elif: sürmeli mektup

Tamer Ülkü: zarif öğrenci

Telli Ahmet: devrim ve doğa

Tenekeci İbrahim: balkonsuz adem

Turan Güven: manzara yorgunu

Uyaroğlu İsmail: paslanmaz çakı

Uzunbay Zeynep: vurulmuş uçurtma

Ünlü Onur: kediler ve anneleri

Yasar İzzet: sakallı sinematograf

Yaşın Mehmet: kayıtsız et

Yaşın Neşe: kapıların anası

Yavuz Hilmi: pera'daki kel

Yılmaz Levent: küsmüş kaktüs


***


EK:

Akbal Ufuk: susamış kaside

Ayçil Ali: nazlı hakem

Aygün Mete: çelimsiz boğa

Behramoğlu Ataol: zima encümeni

Çalışkan Furkan: ek kontenjan

Erhan Ahmet: rüzgârlı sokak

Gecü Rıdvan: unutulmuş anahtar

Konuk Osman: dolaylı evet

Kural Hüsnü: aritmetik hüzün

Mutlu Ayten: yanmış nehir

Özdal Mehmet Davut: şeyh quijote

Pakdil Nuri: kudüs blues

Payam Nazım: dar yol


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

[...] Günce

M. Milât Özçelik [22 Eylül 2023 – 8 Mart 2024]   ~  B İ T T İ  ~   23. Hafta & 24. Hafta   Temmuz ayının o güzel, sıcak günlerinin birinde, 'dünya hayatım' için işbaşı yapar gibi, bir pazartesi sabahı doğmuşum, 25 Temmuz 1988'de. Belki de bundan, yaz günlerini çok severim. Güneşten şikâyet eden biri olmadım hiç. Yazın bitimiyle beliren sonbaharı sevmeyişim de yine bundan olsa gerek. Sonbaharın gelişiyle hissettiğim şey hüzün değil, düpedüz üzünçtür. Tabiatın sonraki adımını, kışı düşünüp iyice üzülürüm. Bütün kışlarım üzgün geçer. Derken ilkbahar gelir. İlkbaharı yazdan da çok severim. Çiçeklenen ağaçları izlemeye, kuş seslerini dinlemeye, çimlenen toprağa bakmaya doyamam. Yeşilin bütün tonlarını severim. İlkbaharda göğün rengi bile açılır. Kışın kasveti dağılmış, öfkesi dinmiştir. Yer gök ferahlar, tabiat gibi insan da gevşer, hafifler... Çocukluğumun yarısı, bir gölgeye uzanıp o berrak göğü izlemekle, onu anlamaya çalışmakla geçti. Geniş zamanlardı.   Bir özel hastan

Bir Ardıç Kuşu Yaşadı

    Bu, hayatım boyunca yazdığım en zor ve ‘önemli’ yazı. Kötü bir rüyadan uyanıp ölüm haberini okuduğum  Engin Ardıç  hakkında. Üzerimdeki kesif hüzünle ne ölçüde hakkını verebilirim bilmiyorum ama  Ardıç Kuşu , bu dünyaya doğmuş olmaktan sonraki en değerli katkıyı sundu bana:  okumak.   2005-2006 filan olmalı... Lise bitmiş ve ben, nedense bir ‘eşik’ kabul ettiğim 20 yaşımın arifesinde, anlatması uzun sürecek meseleler yüzünden arkadaşsız kalmıştım ve fena halde başarısızdım. (Güncesinde  “ Bu yaşın hayatın en güzel dönemi olduğunu söyleyenlerin canına okurum!”  demişti ya Paul Nizan, işte öyle.) Üniversite sınavlarına hazırlanıyordum sözde ama onun da tadı yoktu. Ne olmak ya da ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Hayat berbattı ve ben, o güne değin eksikliğini hissettiğim şeyin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi bile değildim.   Oradan oraya, sersem gibi salınıp durduğum bir gün, güzel bir yaz günü olarak kalmış aklımda, yaşadığımız apartmanın altındaki çay ocağının taburelerinden b

Yusuf Atılgan'ın Bütün Şiirleri (ve Birkaç Soru)

Ölü Su İçsin mi kansıcağı ikindilerde İki ucu denizsiz çay suyundan Dört boynuzlu yörük öküzü Çıkamaz ininden yaz uykusunda çakıroğlan duvarda çamursarısı sidikkızılı boynuzbozu bir ölüdoğa sıvanın altında kim var Susuz aç kim gizliyor olumlu tarhanayı sevimli ifritlerden as kendini çakıroğlan bir türküde oturacaksın yapayalnız sabah çayları bir türküde üzüm Kısır tarlada gereksiz bir kaya ya da İskender sininde bir kabartma taşdonuğu (yaşadıydı Karacoğlan Kızı Yunus karıncası kansıcağı ikindilerde harman kaşıntısı) Kendir saplarıyla asılmış uzarken yarı yolda Suçluyum sayın yargıç bir zurnacı çingene ısmarlayın ipime Ya siz sayın Yargıç? Yusuf Atılgan [Yazı Dergisi,   Sayı 1,   1978.] * Ayrılık Doğu yeli esiyor karşıdan kirpiklerim tozlu Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan Sensiz Bir serin denizde misin kumda mısın Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu Bensiz Çorak tarlada geçkin bir at çakalı Bir telli ka